Freelys Thema ist ädas befremdende Vorurteil gegenüber Mütternä als zentralem Problem des modernen Feminismus. Ihr frischer, herzhafter Zugriff auf Alltag und Rolle von Müttern ist zugleich ironisierender Sozialreport und enthält auch konstruktive Thesen.
Öteki Renkler, Orhan Pamuk’un “Pencereden Bakmak” adlı hikâyesiyle, 1980’lerin sonundan 1990’ların sonuna dek yurtiçi ve yurtdışında çeşitli dergilere yazdığı yazılardan, yaptığı söyleşilerden, günlük parçalarından, yerli ve yabancı birçok yazar üstüne yazdıklarından ve politik makalelerinden oluşan zengin bir seçki. Yazarın romanlarını sevenler için onu daha yakından tanıma, yazara yabancı olanlar içinse Pamuk’un dünyasına iyi bir giriş sayılabilecek Öteki Renkler, yıllar boyunca tekrar tekrar dönülüp okunacak bir kitap. Pamuk kişisel ve edebi dünyasını okurlarına içtenlikle açıyor... Öteki Renkler Orhan Pamuk’un çocukluk anılarından mutluluk saatlerine, romanlarını nasıl yazdığından gezi notlarına, sevdiği yazarlar ve kitaplar hakkındaki eleştirilerinden kişisel itiraflarına, şikâyetlerine, siyasi öfkelerine, kültür ve gündelik hayat konusundaki heyecanlarına uzanıyor ve yazarın yalnız romanda değil, düzyazıda da ne kadar usta olduğunu kanıtlıyor. Kaleme aldığı makalelerden, tuttuğu defterlerden, verdiği röportajlardan yapılan bu titiz seçmede, Pamuk kızı Rüya ile olan arkadaşlığını, sigarayı bırakışını, gençlik bunalımlarını, günlük hayatını, sinema zevkini, Boğaz yangınlarını, bildiği İstanbul’u, yalnızlık ve mutlulukla ilgili takıntılarını, toplumun ve kendisinin korkularını ve paranoyalarını anlatıyor. Yazar kitabında ayrıca Dostoyevski’den Tanpınar’a, Kemal Tahir’den Oğuz Atay’a pek çok yazarı ve kitaplarını tartışıyor; roman kuramı, Doğu ve Batı, milliyetçilik ve Avrupa üzerine düşüncelerini açıyor. Nişantaşı’nda geçen ve bir çocuğun gözünden anlatılan “Pencereden Bakmak” adlı uzun hikâye ile birlikte bu kitap, Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü’ne uzanan başarılı yolculuğunda renkli dünyasına ışık tutuyor.
Kemals Verlobung mit Sibel steht kurz bevor, da tritt die blutjunge und schöne Füsun in sein Leben. Was als Affäre begonnen hat, wächst sich bald zu einer Obsession aus. Dennoch hält Kemal an Sibel fest. Nach dem rauschenden Fest der Verlobung, verschwindet Füsun spurlos – völlig verzweifelt erkennt Kemal, dass er Füsun über alles liebt. Zu spät, sie hat einen anderen Mann geheiratet. Nach Jahren besucht er sie und ihre Familie und entwendet bei jedem Besuch kleine, wertlose Gegenstände: es entsteht ein persönliches Museum, das Museum der Unschuld. Orhan Pamuk erzählt eine aufwühlende, ungewöhnliche Liebesgeschichte, in der sich die Zerissenheit einer Gesellschaft zwischen westlicher und türkischer Tradition widerspiegelt.
Roman
Ka soll für eine Istanbuler Zeitung eine merkwürdige Serie von Selbstmorden untersuchen: Junge Mädchen haben sich umgebracht, weil man sie zwang, das Kopftuch abzulegen. Eingebettet in eine raffinierte und spannende Kriminalgeschichte steht der Konflikt zwischen Verwestlichung und Islamismus -
NAMED A MOST-ANTICIPATED BOOK OF THE YEAR BY THE MILLIONS Set in a changing Istanbul, this rediscovered 1940s classic from a pioneering Turkish author tells the story of a forbidden love and its consequences. Raised by her grandmother in one of the famed yalıs, elegant yet crumbling, that line the Bosphorus, Celile occupies a unique space between the old world of the Ottoman Empire and the new world of the Republic. She drifts through ten years of marriage, reserved even with her husband, never tempted to stray from the safe path of respectability. And then one night, intoxicated by a soulful tango, she is suddenly seized with a mad passion for another man, whose reckless pursuit of her should offend but doesn’t. Torn between two men who want to possess her, Celile attempts to live a life true to herself, always keenly aware of the limits placed on her as a woman. In the Shadow of the Yalı marks the highly anticipated English-language debut of feminist writer and activist Suat Derviş. Her sensitive, strikingly modern portrayal of a love affair, with its frank emphasis on the influence of money, provides a fascinating contrast to classic tales of infidelity such as Anna Karenina and Madame Bovary.
Jeannie Wakefield needs help. Her family is being held by the US authorities. M is a journalist and at Jeannie's request she returns to Istanbul to investigate. She tries to be objective, but Jeannie's husband is also M's first love.
This work explores why feminism comes into conflict with women who have children, and why women with children suffer when they try to put feminist ideas into practice.
My Blue Peninsula is a confession that fills seven notebooks, with a final notebook left mostly empty. In them, Dora Giraud tries to explain to her adult daughters why she remains in Istanbul after escaping death at the hands of extremists, and why she risks her life to campaign for the truth about the Greek, Armenian, and Assyrian genocides, ferociously denied for a century by the Turkish state. Dora's desperate need to understand her family history is the thread that binds this story's conflicting fragments. As the direct descendant of the genocides' victims and perpetrators, she carries a tangled legacy of loss and betrayal, lies and ill-gotten gains. With this confession, she hopes to set her daughters free. But can she? My Blue Peninsula is Maureen Freely's fourth novel set in Istanbul, the city of her childhood. In each, a character from the sidelines of the preceding novel takes centre stage to probe a mystery left pending. We first met Dora Giraud in Sailing Through Byzantium as the observant daughter of a famously bohemian household who could not, then, speak the truth.
